TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİN YÜKSELİŞİ
Türkiye’deki 14 Mayıs 2023 seçim sonuçlarında milliyetçi oylardaki gözle görülür artış, gerçek toplum bilimciler, siyaset bilimciler ve kendi alanlarında uzman analistlere pek de sürpriz olmadı. Ancak bu yükseliş, Fransız İhtilali gibi geçmişteki örneklerinden farklı ve daha demokratik bir yapıya sahip. Peki bireyler ve toplumlar, neden böyle bir yönelişi haklı buldular? İşte bu yazımızda bu konu üzerinde durmayı uygun görüyoruz.
TARİHİN SONU VE FUKUYAMA
90’lı yıllarda en çok tartışılan makalelerin başında, Fukuyama’nın “Tarihin Sonu” başlıklı makalesi gelmektedir. Sovyet Rusya’nın yıkılması, blokların çözülmesi, liberalizmin (ama özellikle ekonomik liberalizmin-kapitalizmin) artık alternatifsiz tek sistem olarak kabul göreceği, bu aşamadan sonra dünyada liberalizme alternatif hiçbir sistem üretilemeyeceği konusunda hem fikir olanlar, “Tarihin Sonu” makalesine hacminden çok daha büyük bir önem verdiler.
Gerçekten de Fukuyama’nın “Tarihin Sonu” iddiası, çok sert bir iddiaydı. Makalede bu iddiayı haklı çıkaracak örnekler veriliyor, bir yandan da yükselecek itirazlara cevaplar aynı anda dile getiriliyordu. Serbest piyasa ekonomisine güvenin artması, temel hak ve özgürlüklere ilişkin çok hızlı adımlar atılması, ekonomik refah ve sosyal devlet anlayışı kavramlarının sınırları tam olarak çizilemeden dile getirilmeye başlanması, değişime ve gelişime post-moden bir hava katıyordu.
11 EYLÜL SALDIRISININ ANLATTIKLARI
Dünya, Sovyet Rusya’nın yıkılışı sonrası paranın, malın ve işgücünün dünya üzerinde serbest dolaşımı, tüketimin (talep) ve üretimin (arz) plansız bir şekilde pompalanması, bir kısım ülkelerin gerçekten zenginleşmesi ile hızla ilerliyordu. Ülkeler, çok uluslu şirketlerle ortak potaya giriyor, uluslararası ilişkileri dış işleri değil, uluslararası şirketlerdeki ülkelerin hisseleri belirliyordu. Fakat ansızın gelen 11 Eylül saldırısı, her şeyi allak bullak etti.
11 Eylül saldırısı ile, ülkeler “Tarihin Sonu” kuramına (veya kapitalizmin yükselişine) olan inançlarını tekrar sorgulamaya başladılar. Kapitalizmin getirdiği zenginleşme ve temel hak ve hürriyetlerde tüm dünyada bir liberalleşme yönelimi devletleri ve toplumları sarhoş etmiş ve fakat “terör” denilen kavram da kendini yeniden üretmişti. Terör faaliyetleri de artık çok uluslu olmaya başlamış, kapitalizmin kazanımlarıyla yeni silahlar, yeni projeler ve ufku açık operasyonlar planlamaya başlayan terör örgütleri, küreselleşmeye çoktan ayak uydurmuştu.
2 uçağın ekonominin kalbine sapladığı iki hançerin, insanlarda yarattığı şok etsinin ardından, “ulusal güvenlik” sorununun tekrar masaya yatırılmasını sağladı.
ULUSAL GÜVENLİK TEORİSİ VE KAVRAM KARGAŞASI
Terör faaliyetlerinin finans kaynakları artık uluslararası ekonomiye entegre olmuştu. Ülkeler daha çok üretim, daha çok tüketim peşine düşmüşken, terör örgütleri de bu süreçte argüman değişikliği için kendilerini güncelliyorlardı. İnsanlarda korku oluşmuş, terör savaşı, savaş korkuyu, korku da tüm insanları “birlik olma” psikolojisine itiyordu. El-Kaide sonrası akıllara kazınan en önemli cümle Bush’un “Ya bizden yana olursunuz ya da terörden yana olursunuz. Başka bir ihtimal yok” manasına gelen demeçleriydi.
Tabi ki çok uluslu şirketler savaşı da fırsata dönüştürüp, ABD’nin askeri girişimlerini çıkarlarına göre yönlendirirken, savaş korkusu tüm dünyayı sardı. Ulusal güvenlik, herkes için artık en önemli sorun olmaya başlamıştı ve tüm ülkeler bu konuda kendilerine has projeler ve ülkeler arası iş birlikleri üretmeye başladılar. Dijital dünyadaki değişimlerin de eş zamanlı olarak getirdiği sanal savaş kavramı, tam bu aşamada literatüre tepeden inme olarak sert düşüş yaptı. Artık savaş her yerde, her evde hatta cebimizde taşıdığımız telefondaydı. “Korku imparatorluğu” kurmak isteyenler, bu yönde adımlar atanlar, bir süre sonra şizofrenik tavır gösterenlerin başını çekmeye evrildiler.
ARTIK SAKİNLİK DÖNEMİ YOK
Afganistan, Irak, Libya derken savaşların ardı arkası kesilmedi. Hatta savaş normalleşti ve bireyler artık kişisel güvenliği, şirketler kurumsal güvenliği, devletler “ulusal güvenliği”, bölgeler “bölgesel güvenliği” (AB’de olduğu gibi) hayatlarının bir parçası haline getirdiler. Bu aslında devamlı stresle yaşamaya alışmak ve her türlü vahim olaylara hazır olmak anlamına geliyordu.
Terör örgütleri, 90’lı yıllarda gerçekleştirilen liberal özgürlüklerden sonuna kadar yararlanmaya çalıştı. “Özgürlük, adalet, demokrasi, insan hakları, hakların özgürlüğü” gibi kelimeler terör örgütlerinin en çok kullandığı ve arkasına sığındığı kavramlar olmaya başladı. Bu öyle bir çarktı ki, bir kere yerinden çıktığında, önüne gelen her şeyi biçen (Henry Kissinger’in tanımıyla) bir kıyamet makinası haline geliyordu. Önceden toplumları arkasından sürükleyen bu sihirli kelimeler, şimdi insanların hayatlarına mal olan ve huzurun altını oyan bir oyacak aracı olmaya başlamıştı.
YANI BAŞIMIZDAKİ SURİYE
Libya’dan sonra (ve hatta eş zamanlı olarak) Suriye’de yaşananlar, okyanus ötesinde gerçekleşenlere (11 Eylül, Afganistan Operasyonu) hiç benzemiyordu. Her ne kadar hemen öncesinde bir Irak çıkarmasını yaşamış olsak da Irak’ta gerçek manada bir direniş-savaş olmamıştı. Ama Suriye farklıydı.
Suriye’ye müdahale, birçok terör örgütünün de ortaya çıkmasına neden oldu. YPG, PYD, DAEŞ gibi birçok terör örgütü savaşa direkt olarak müdahil oldu. Topraklarımıza da sızan bu terör örgütü elamanları ülkemizde de eylem gerçekleştirmeye başladılar. İçeride PKK, DHKP-C gibi örgütlerin doğrudan doğruya kendi eylemleri, dışarda Suriye’de yaşananlar ve bunun bizim topraklarımızda oluşturduğu etkiler, Türk halkının gündeminde “ulusal güvenlik” kavramının ön plana çıkmasına neden oldu. Eş zamanlı olarak paralel devlet yapılanmasının deşifresi, FETÖ’nün darbe teşebbüsü, gündemde olan ulusal güvenliği birincil gündem haline getirdi.
GÜNLÜK MİLLİYETÇİLER-KADİM MİLLİYETÇİLER
Ulusal güvenlik ön plana çıktığı zamanlarda, milliyetçi söylemler ister istemez artmaktadır. Zira insanlar savunma ve kontrollü saldırı konumuna geçerler ve bu toplumsal bilince “milliyetçilik” olarak yansır. Bu zamanlarda milliyetçilik kelimesine alerjisi olan günlük milliyetçiler (aslında milliyetçi olmayan ama konjektör gereği milliyetçi görünmesi çıkarına olanlar) “ulusalcılık” kelimesinin/kavramının arkasına sığınmaya başlayarak hiçbir pratik sonucu olmayan teorik çözümler ortaya atmaya, barış, özgürlük, adalet gibi sihirli kelimeleri devamlı kullanmaya başlarlar. Bizim gerçek tarihimiz, bu tip tatlı su kurnazlarının analizleriyle doludur ve her devirde bu tip basit insanlar çıkar.
Ancak tabi ki her toplum “Kadim Milliyetçiler” diye tanımlanabilecek gerçek Türk Milliyetçilerinin analizlerine, ön görülerine ve pratikte doğrudan doğruya etki eden çözüm önerilerine kulak kabartırlar. İşte 14 Mayıs 2023 seçimlerinde milliyetçi oylardaki artışın temelinde yatan nedenlerden biri bu anlattıklarımızdır.
“TARİHİN SONU” TEORİSİNDEN “TARİHİ YENİDEN YAZMA” PRATİĞİNE GEÇİŞ
Fukuyama’nın ortaya attığı ve çok büyük taraftar bulan “Tarihin Sonu” kavramı yerle bir olurken, isteyerek veya istemeden ama yaşam tarzları gereği tarih yazan toplumlar hiçbir zaman bu öncül kurallarından ödün vermediler. “Yenilenme-Çağa Ayak Uydurma” adı altında toplumlara dayatılan bazı tekliflerin, toplumları bir arada tutan harçları tek tek devre dışı bıraktığını anlayan Kadim Milliyetçiler, bu tehlikeyi sezdikleri an, tarihe şerh düştüler ve birçok konuda da haklı çıktılar. Artık tarihi, her ülkenin Kadim Milliyetçileri yazmaya başlamıştı.
TÜRKİYE’DEKİ TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ
Ümmetçi bir anlayışa sahip olan AK PARTİ’nin koalisyon ortağı MHP’nin, Türk Milliyetçiliğinin kalesi olduğu bir gerçek olmakla birlikte, Türk Milliyetçilerinde yaşanan bölünme de inkâr edilemez durumdadır. MHP, İYİ PARTİ, BBP ve ZAFER PARTİSİ, Türk Milliyetçilerinin oylarını temsil eden partilerdir. Her ne kadar HDP gibi marjinal partiler dışındaki partilerde de milliyetçi oylar bulunsa da bu oylar göz ardı edilebilir.
14 Mayıs seçimleri göstermektedir ki, kitle partileri artık düşüşe geçmeye başlamış, fikir partileri ise yükseliş trendine girmiştir. Sözde anketlerin tümünü yerle bir eden seçim sonuçları, fildişi kulelerinde üst perdeden konuşanlara da bir tokat gibi inmiştir. HDP denen terör partisini %20’nin dahi üzerinde gösterenler, bu şekilde bir sonuç çıkacağını iddialı iddialı öne sürenler, susmak zorunda kalmış, söylemlerini yumuşatmaya başlamışlardır.
Yüce Türk Halkı, kadim bir Türk Milliyetçiliği bakiyesine sahiptir. Burada geçen Türk kelimesini kasıtlı olarak “Türk ırkı” şeklinde tanımlayarak kendilerine argümanlar üretenlerin foyası meydana çıkmıştır. Anayasa madde 66’yı okumaktan hatta okuyup da anlamaktan aciz olanlar, Türk Milliyetçiliği üzerine ahkam kesmeye başlamışlardır.
Türkiye Cumhuriyeti, bulunduğu coğrafya gereği, her yönden tehdit altındadır ve bu sadece bize özgü değil tüm kıta Avrupası ülkeleri ile Asya ülkelerinin ortak kaderidir. Reel politiğin raison d’etat (ulusal çıkar) üzerine tanımlanmasının zorunlu olduğu bu coğrafyada, zamanında “komşularla sıfır sorun” kuramını uygulayanların başımıza açtığı dertlerden daha yeni kurtulurken hala yönetime aday olmaları da anlaşılmaz bir şeydir.
Unutulmamalıdır ki “Vatana İhanet” suçu, sadece başka devletlere ulusal gizliliği olan bilgileri vermekle vücut bulmamakadır. “Vatana İhanet” suçunun özel görünüm hallerinden en belirgin olanı, “Dışa ülke menfaatleri için hareket ettiğini” yansıtanların “içeride ülke menfaatini değil kendi koltuklarını düşündükleri” bir anlaşmalar zinciri kurmalarıdır. Yüce Türk Milleti, bu tip tavırları artık çözebilmektedir ve ülke yönetiminde bu tip vatan hainliği oyunlarını deşifre etmesini çok iyi bilen, bu konuda büyük bir külliyata, tecrübeye ve birikime sahip Türk Milliyetçilerinin söz sahibi olmasını istemektedir. İşte Türk Milliyetçiliğinin yükselişindeki ana dinamik bundan kaynaklanmaktadır.
YORUM GÖNDER