KİMSEYE İNANMAMAK HAYATIMIZIN BİR PARÇASI
Acı ama gerçek...
Yalan söyleyen, kendini haklı çıkarmaya çalışan, göz göre göre karşısındakini hiçbir şeyden anlamayan biri yerine koyan o kadar çok insanla karşılaşınca, karşınızdaki insanın söylediklerine karşı şüpheniz artar. Her söyleneni şüpheli, her yapılanı planlı olarak algılamaya başlarsınız. Çünkü o kadar çok söylenenlerin ve yapılanlanların gerçek olmadığına şahit olmuşsunuzdur ki, artık hayatınızın bir parçası haline gelir bu şüphe.
İnsan tabi ki birilerine inanmadan yapamaz. Ama şüphesini yenmeden inanmayı da saflık olarak algılamaya başlar bir süre sonra. Herkesin bu konuda bir tecrübesi, bir anısı, anlatacağı bir hikayet mutlaka vardır.
Tabi burada anı, hikaye veya tecrübe anlatıp da insanlara yol haritası çizecek halimiz yok. Ama söylemeden geçemeyeceğimiz tek şey şudur ki; sorgulamak insanın yapması gereken en önemli iştir. Tanrıya inanmak dahi bazı şüpheleri gidermeye bağlı iken, bir insanın karşısındakine dogmatik olarak inanması aslında çelişkilerin en büyüğü olsa gerek.
Hele bir de insan beyanına bağlı bir mesleğiniz var ise, verilen sözlerle hareket eden bir kişiyseniz, bu gerçeği çok çabuk öğrenirsiniz. Verilen sözler yerine getirilmez, zamanında ödemeler yapılmaz, size verilen randevu saatlerine karşınızdakiler uymaz. Bu belki de bu konuda verilebilecek en masum örnekler.
Peki bu kadar karşısındakine şüpheyle yaklaşan insan var iken, neden hala birilerinin birilerini kandırma kat sayısı artarak ilerliyor?
İşte madalyonun bu diğer yüzü daha acı ve daha gerçekçi. Çünkü karşısındakinin fiilinden ve söyleminden şüphe edenlerin büyük bir çoğunluğu, kendileri de şüphe edilenler gibi hareket etmekten vazgeçmiyor.
Bize düşen, hem her söylenen ve yapılanlara şüpheyle yaklaşmak hem de karşımızdakinin bize şüphe ile yaklaşmasının gerekliliğini göz önüne alarak hiçbir soru işaretine yer vermeyecek şekilde davranmak/konuşmak. Gerisi laf-ı güzaf...
YORUM GÖNDER