Avukatların Reklam Yasağı (Bir Kurt Masalı)
Avukatlık Kanunu madde 55’e göre avukatların, iş elde etmek için reklam sayılabilecek her türlü teşebbüs ve harekette bulunmaları yasaktır.
Aynı şekilde Türkiye Barolar Birliği Reklam Yasağı Yönetmeliği’nin 1. Maddesi:
“Bu Yönetmeliğin amacı; bu Yönetmelik kapsamında olanların, iş elde etmek için reklam sayılabilecek her türlü girişim ve eylemde bulunmalarının önlenmesidir. Avukatların mesleklerini özen, doğruluk ve onur içinde yerine getirmelerini, avukatlık sıfatının gerektirdiği saygı ve güvene yakışır şekilde hareket etmelerini, yargılama faaliyetindeki yerlerini ve işlevlerini olumsuzlaştıracak ve yargının görünümünü bozacak davranışlardan kaçınılmasını sağlamaktır.”
Düzenlemesini içermektedir.
Dolayısıyla bir avukatın “iş elde etmek için” “reklam” sayılabilecek tüm faaliyetleri yasaklanmıştır. Kâğıt üzerinde gayet güzel duran bu düzenlemenin uygulaması nasıl peki? Tabi ki klasik anlamda pek de iç açıcı değil.
Yüksek Mahkemelerin (Yargıtay, Danıştay, Anayasa Mahkemesi vs.) ve hatta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarını “olması gereken” açısından eleştirip hatta bazen yerden yere vururken, sıra avukatların kendi iç sorunlarına gelince neden sessiz kalıyor ve hatta es geçiyorlar (geçiyoruz diyemiyorum, çünkü dersem reklam yasağından ceza alabilirim), anlayamıyorum.
REKLAM YASAĞININ ANA SINIRI: İŞ ELDE ETMEK
“Çok hızlı boşanma davaları açıyoruz”, “Sen suç işle, ben seni kurtarırım”, “İpten adam alıyoruz”, “Biz bir sözleşme hazırlıyoruz, kimse bizim sözleşmemiz gibi sözleşme hazırlayamaz”, “Kiracın çıkmıyor mu, bize gel, çıkartamazsak kirayı ve zararını biz ödeyelim” gibi uç örnek oluşturacak cümleleri tabi ki aklıselim olan kimse kullanmaz.
Google reklamı vermek, kartvizite “Avukat” unvanı dışında başka unvanlar eklemek gibi fiiller tabi ki doğrudan doğruya reklam sayılan girişimlerdendir.
Burada önemli olan nokta, “yapılan fiilin iş elde etmek amacıyla” olup olmadığının tahlilidir. Açıkça reklam dile getirilmediği için, yapılan girişimin “iş elde etmek için” olup olmadığı “kanuna” göre değil “hukuka” göre incelenmelidir.
REKLAM KOKAN HAREKETLER (!)
Peki, yapılan girişimin “iş elde etmek” amacıyla olup olmadığı nasıl belirlenecek? Bunun sınırı nasıl konulacak? Barolar Birliği’nin bu konuda vermiş olduğu “aleyhe” kararlarını örnek olarak almamız mümkün değil çünkü ortada bir “içtihat” mekanizması yok ve bu içtihat mekanizmasından en çok sıkıntı çeken avukatların bu yöntemle hareket etmeleri zaten beklenemez, beklenmemelidir.
Çözüm bizce şudur: Her olay kendi içerisinde değerlendirilmeli ve çağın gereklerine uygun olarak (kanuni değil) hukuki bir irdeleme yapılmalıdır.
Bir avukatın, avukatlık unvanından öte daha büyük bir unvanı vardır: “Hukukçu”. Hukuk fakültesini bitirmiş, gereken bilgileri edinmiş ve neticede bir “hukukçu” olmuştur. Dolayısıyla, hukuk tekniğine hâkim bir kişidir.
Şimdi, bir avukatı “hukukçu” kimliğinden bağımsız düşünerek, reklam yasağını katı bir şekilde uygularsak ne olacaktır? Her hareket “reklam” sayılacak ve hatta normal bir fiili dahi “reklam kokan hareket” olarak mı görülecek?
Size komik geliyor değil mi? Bizim yargı sistemimizde bunun örnekleri o kadar çok ki!
FARKINDA OLMADAN KAST!
Yargıtay’ın verdiği kararları hatta kanuni düzenlemeleri bir hatırlayın.
Bu ülkede “suç örgütüne üye olduğunu bilmeden” örgüte yardım etmek diye bir suç uyduruldu. Yüzlerce hatta binlerce kişi bu yorumla ceza aldı. Örnek isteyen var ise, aralarında en popüler olan Ergenekon ve Balyoz davalarını incelesin.
Hala kanunda (TCK md. 220), “suç örgütüne üye olmadığı halde örgüte yardım etmek” diye bir suç var! Fazla değil, daha birkaç yıl öncesine kadar tecavüz ettiği kişiyi öldüren faile, tecavüz ettiği kişiyi öldürmeyen failden daha AZ ceza veriliyordu!!!!
Bu örnekleri görünce ve hatta bizzat içinde yaşayan biri olarak hatırlayınca avukatların, normal girişimlerinin dahi “reklam yasağı” olarak görülmeyeceğinin bir garantisi var mı? Veya hangi hareketlerin “iş elde etmek” olarak değerlendirilip, değerlendirilemeyeceği konusunda bir açıklık var mı?
Sahi, biz değil miydik kanundaki bu muğlak ifadelerin çıkarılmasını en çok isteyen? Savunmalarımızda ve istinaf/temyiz dilekçelerimizde bu muğlak ifadelerin yorumlanmasında “siyasi” veya “fiili” bir kısım saikler olabileceği tehlikesinden bahseden?
Avukatların büro açılışı, bir hukuk bürosuna katılma veya ayrılış gibi fiiller AÇIKÇA serbest, ama yaşamları, kazançları gibi konularda resim, yazı vs. paylaşmak “reklam niteliğinde” olmamak şartıyla serbest! Bu “istisnanın” mantığını kim ortaya koyacak?
Yani bugün pahalı sayılabilecek aracıyla sosyal medyaya fotoğraf paylaşan bir avukatın, araba plakası “AV” diye veya fotoğrafın altına yazdığı bir kısım yazılardan dolayı her an “reklam yapıyorsun” diye suçlanması hiç de zor değil. Bu tehlike “Demoklesin Kılıcı” gibi hep başımızın üstünde! “Sen bu paylaşımınla reklam yapıyorsun” dediklerinde, Avukatlık Kanunundaki ve yönetmelikteki muğlak ifadelerden istenirse haydi haydi ceza verilebilir, kimse de bu kararın “kanuniliği”ne itiraz edemez. Ama ya “kararın hukukiliği”?
AVUKATLARIN KISKACA ALINMASI!
Kanun gereği avukatların bir büro açmaları zorunlu (Yönetmelik md.4). Büro açınca; büroya alınacak eşyalar, tabela (zorunlu Yönetmelik md. 5), internet, telefon (zorunlu), sekreter ve hatta gerekirse kâtip. Bitti mi, hayır! Uyap’a girmek için e-imza (artık zorunlu), bundan dolayı bilgisayar, bilgisayarda yazdığın dilekçeleri masanın üzerine veya duvara yansıtacak veya yazacak halin yok, kullanışlı bir yazıcı, e-imza istemiyor musun, o zaman m-imza (mobil imza) şart. (Bu arada e-imza ve/veya mobil imza bedava değil!) Baro levhasına yazılırken alınan ruhsat harcı, baronun istediği levhaya kayıt parası (kalktı kalkmadı diye tartışmalar var ama bizler tüm itirazlara ve direnişimize rağmen ödemek zorunda kaldık) vs masraflar. Daha avukatlığa başlamadınız dikkatinizi çekerim, daha bu avukatlık yapmak için hazırlık. Vergi kaydı için kayıt parası vs. onlara girmiyorum dahi.
Bunları yaptık, bitti mi hayır! Her ay; büro kirası, büro zorunlu olduğu için elektrik, su, telefon, internet faturaları. Büronun aidatı. Müvekkillerle ve hatta müvekkil adaylarıyla ilk etapta büroda görüşmek şart. Eğer büroda olmuyorsa mutlaka dışarda “düzgün” bir yerde görüşmen lazım (Yönetmelik md. 4). Çay, kahve, yemek, içecek, yiyecek masrafı vs. Çayı, kahveyi sen mi getireceksin? Aman ha! Neden? Bu yaptığın davranış yarın “meslek onuruna aykırı” olarak addedilebilir, bunun için sekreter veya bir yardımcı olması lazım. Tabi çalışanının aylığı, sigortası vs. hep avukatta.
Daha bitmedi! Meslek onuruna uygun (bu ne demekse! Kim benim kıyafetimin meslek onuruna aykırı olup olmadığını değerlendirecek?) giyinmen lazım. Bunun ne demek olduğunu hepimiz anlıyoruz, pahalı veya en azından ucuz olmayan kıyafetler. Takım elbiseler, kravatlar, kot giyiyorsan iyi markalı, bilmem ne markalı saat, ayakkabı-kemer kombini iyi olmalı vs. Kadın avukatlar için çantalar, parfümler, saç, makyaj vs.
LGBT’ye destek vermek için erkek bir avukat, duruşmaya “etekle” girse, çok merak ediyorum ne olacak? Avukatlık mesleğine aykırı mı giyinmiş olacak, yoksa düşünce özgürlüğünü fiilen dile getirme hakkından mı yararlanacak?
Konuya geri dönelim..
Davayı aldın diyelim. Avukatlık ücret sözleşmesi imzaladın, peşin ödenirse ne ala, taksitle ödenirse, alamadığın para için garantin ne? Var mı bir ayrıcalığın? Belki bazı yerlerde rüçhanlı alacak ama cezaevindeki adamla nasıl avukatlık ücret sözleşmesi imzalayacaksın? Cezaevinde kocaman yazıyor: Tutuklu veya hükümlülere belge imzalatmak yasaktır! Tutuklu neyse de hükümlünün imza hakkı mı var ki bir şey imzalattırayım! Kaç defa söyledik, hangi baro bu yazıdaki “hükümlü” yazısını kaldırttı? Daha geçen hafta gördüm ve sadece güldüm…
Vergi ödeyeceksin, baroya aidat ödeyeceksin, zorunlu müdafilik (CMK) alsan, hak ettiğinin çok çok altında verilen kuş kadar ücreti ne zaman yatacağı belli değil!
Maalesef daha bitmedi ve bitmez de… Müvekkille olan ilişkilerinde uğradığın zararlar, başka avukatların yaptığı kurnazlıklar, cezaevindeki tutuklu müvekkiline gidip “ben o avukattan daha az ücrete bakarım, sen benimle anlaş, o avukata verdiğin parayı da al, vermezse ben sana şikayet dilekçesi yazarım, şikayet edersin” şeklinde telkinlerde bulunan meslektaşların, “ben bu parayı icra yoluyla daha hızlı alırım” diyen ve rızkına göz dikmiş para esirleri, kanunda açıkça yazmış olmasına rağmen senden muvafakat almadan dosyaya vekalet sunan değerli meslektaşlarımız vs vs… Bu hareketlerden dolayı uğradığın “beklenen kazançlardan” olma durumun da cabası…
Sen bu uğradığın zararlardan dolayı nereye başvurursan vur, etkili bir sonuç elde etmen çok zor. Ben çok denedim, bir şey çıkmadı. Hemen araya girmeler, “bir daha yapmayacak abisi” gibi laflarla yaklaşmalar. Ama iş reklam yasağına gelince, herkes kendini kanun koyucu yerine koyuyor!
Sana bu kadar masrafı yap, parayı öde, büro kirala, aidat öde vs. diyen kanun ve yönetmelik, aynı zamanda sana “sakın müşteri kazanmak amacıyla girişimde bulunma, yakarım” diyor. E bu kadar masraf, gider, harcama vs. nasıl olacak? Ben kendimi nasıl tanıtacağım? Her yaptığım reklam yasağına girebilir! Hadi bunları karşıladım çok şükür, yarın sen beni reklam yapmadığım halde reklam yapmış sayarak meslekten uzaklaştırırsan ne olacak? Bu kadar masrafı çalışmadan nasıl karşılayacak bir avukat?
Yönetmelikte “süreli yayın” yapamazsın diyor! Nasıl ya? Ben “hukukçu” kimliğimle süreli yayın yapabiliyorum ama “avukatlık” kimliğimle süreli yayın yapamıyorum! Ya da süreli yayınların içerisinde yer alamıyorum! Ben bu süreli yayınları yaparken avukatlık unvanımı kullanmayayım tamam, biri gelip bana sorduğunda ne diyeceğim? “Şu an avukat değilim, ofise gel orada avukatım” mı diyeceğim. Benim hukukçu kimliğimle avukatlık kimliğimi nasıl ayıracaksın? Hayatın gerçeği bunlar mı?
Bak, ben bu yazıyı dahi yuksekkayalawoffice.com isimli büroma ait web sitemde yayınlayamıyorum. Neden biliyor musun? Yarın “bunu avukat kimliğinle yazdın” dersin diye! Kendime özel blog web sitemden okuyorsun bu yazıyı! Ama şimdi sen bunu bile reklam sayarsın! “Avukat olmayan kimliğiyle yazılar yazdığı blog sitesinde, avukatlık kimliği ile paylaşımlarda bulunduğu web sitesinin ismini vermiş, müşteri yönlendiriyor” diye bana soruşturma açarsın!!!
Sosyal medyadaki hesaplarımızın kullanıcı adının başına “avukat” ibaresi eklemek zorunlu diye bir karar çıkmıştı. E hani benim özel hayatım? Fake hesap mı açayım yoksa multi olup çoklu hesap mı kullanayım? Veya “bu hesap avukat olan Bayram’ın hesabı, ama şu hesapta ben avukat değilim!” mi diyeyim!
REKLAM YASAĞI VE CEVAP HAKKIMIZ!!!
Çok daha acısı, avukatların kendi içlerinde bu sınırlamaların katı bir şekilde uygulanmasını destekleyenler var! Daha o gün avukat mı değil mi o da belli değil, itinalı bir şahıs, bir sosyal medya hesabındaki Yargıtay kararı paylaşımına, “yanlış bilgi veriyorsun, reklam yasağını çiğniyorsunuz, seni ilgili yerlere itinayla şikayet ettim” yazmış. Yargıtay’ın görüşüne katılmadığını dile getirmekten aciz olan bu değerli zat, paylaşımı yapan hesabın profilinde kocaman “Avukat” unvanı olmasına rağmen bir de köylü kurnazlığı yapıp, “sen avukat mısın vs.” yazmış. E tabi bir kısım gruplarda da vermiş veriştirmiş. E peki o grup yazışmalarına ulaştık mı? Ulaştık. Web sitemizdeki “hukuki istihbarat” bölümüyle aklı sıra alay ederken, bize "fantastik" derken, bizim hakkımızda yazdığı “gerçek dışı” beyanlarına “hukuki istihbarat” yöntemiyle ulaşabileceğimizi düşünememiş olacak ki, kendine güvenini tazeleyip, inci gibi dizmiş sözleri! Reklam yasağından şikayet edilmemizi istemiş! Bir de yetki hakkında da tam bilgi sahibi değilmiş “galiba baronun yapması lazım” diye yazmış!!!! En temel yetki/görev kurallarını bir öğrenelim bence. Daha da acı verici olan ne biliyor musunuz dostlar. Baro yönetimindeki bir meslektaş, hiçbir şeyi sorgulamadan “hangisi reklam yasağına giriyor, hangi fiili ile müşteri edinmeye çalışmış” gibi sorgulamalara girmeden, “yarın gelin hemen erişim engeli alalım” diye yazmış! Sanki mahkemeler birilerinin emrinde! Bunları yazanlar ve yorum yapanlar bir de “özgürlük, adalet, insan hakları, savunmanın kutsallığı” gibi sihirli kelimelerden duruşma salonlarında, sosyal medya hesaplarında, verdikleri demeçlerde ve sohbet ortamlarında dem vuran kişiler!
Ama en komiği de, rica üzerine müvekkilinin ifadesini bana okutturan (ki benim müvekkilimin ifadesi bitmişti ve ifadede benim müvekkilimin ismi geçiyordu) ve hatta samimi tavır sergileyen (belki de o davada bana yakın olarak bir vekalet alırım kaygısıydı) zatın biri, bana ifadeyi okuturken “aman baro yönetimi duymasın, yanlış anlaşılır” diyerek ifadeyi okutmuş olmasına rağmen, kapalı kapılar ardında “benden ifade istedi, benim kim olduğumu biliyor musun dedi, ama ben ifadeyi vermedim” şeklinde yazılar yazması. Aslanım benim! Ben o ortamda yokum ya, konuş konuşabildiğin kadar! Şimdi diyeceksin ki, bu uslup avukata yakışmıyor! E sen orada nasıl yazdıysan ben burada aynı uslupla cevap veriyorum. Ne de olsa kanun açık: Aynı şekilde cevap vereceksin! Kanunu en iyi siz yorumlarsınız ya...
Tam bu noktada Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi merhum Prof. Dr. Yahya Kazım ZABUNOĞLU hocamın “Genel Devlet Teorisi” dersinde tüm sınıfa söylediği bir sözünü hatırlamak gerekir. “Devletler nasıl istihbaratsız kalamazsa, aklı başında bir insan ve hele hele bir hukukçu asla istihbaratsız kalamaz! Aç kal, susuz kal, parasız kal ama asla istihbaratsız kalma! İnsanları tanımak için, onurun için, mesleğin için…”
Hukukçu, avukat vs. tüm kimliklerimden sıyrılmış şekilde bir insan olarak söylüyorum! El-insaf!!!!
Devamı mı? Tabi ki gelecek!!!
YORUM GÖNDER